top of page

2013

RAHMİ VİDİNLİOĞLU

“Neresinden başlar ki kendisini anlatmaya bir insan?! Neresinden başlarsa öykü konur adı, neresinden gelişirse roman?!

Edebiyat: bir çocukluk düşü olarak kazınmışken idealist ruhuma, dört yanım Deniz'lerle kaplı, önüm, arkam, sağım, solum SOBE!

Yazmaktan başka çaresi olmayan bir adamım, kısaca kollarında dijital kelepçelerle romantizm peşinde dolanan!”
 

Rahmi Vidinlioğlu

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

13 yaşından beri yazıyor Rahmi Vidinlioğlu. Kitaplarındaki gizemi çözmek için okuyucunun okumaktan fazlasını yapması gerekiyor. O hem aşkı hem de acıyı yaşatıyor. Okurunu, roman karakteriyle bütünleştirirken, kelimeler dünyasında var ettiği uçsuz bucaksız cümleleriyle uzuun uzun düşündürüyor...

 

Bir kitap yazacağınızı ilk ne zaman ve nasıl hissettiniz?

 

13 yaşımda bir çocukken kitap yazacağıma karar vermiştim. Kendimi her zaman bir kitabın üzerinde adımın yazılı olduğu imza günlerinde o kitabı imzaladığımı hayal ederken yakalardım. Bu konuda ilk denemelerim 16 yaşımda başladıysa da ilk romanım olan Şizofreni Yalnız Oynanmaz'ı tamamlamam 22 yaşımı buldu.

 

13 yaşındaki bir çocuk saftır ve daha çirkin emellerine ulaşmak için aşk paravanının arkasına saklanamayacak kadar küçüktür. Aşk, evde bulunamayan mutluluğu, ele fincan alarak dışarıda arama çabasıdır o yaşlarda! “Bizde mutluluk kalmamış, varsa annem bir fincan kadar yollasınlar dedi.” gibi diyaloglar, artık normal karşılanır olmuştur çünkü İstanbul’da.

 

İstanbul’da küçük bir çocuk olmak zaten başlı başına büyük bir problemdir. Çirkin insanların âşık olmaya hakkı yoktur çünkü bu şehirde! Hele de hem çirkin hem de kendini zeki sanan ufak bir çocuksan, yapmaman gereken belki de tek şey âşık olmaktır! Olsan olsan yazar olabilirsin belki... Belki... Belki de...

 

Kültürel birikiminizi derin anlamlar yüklü cümlelerinize ekliyor; anlattıklarınızı tarihten, mitolojiden, kısacası gerçek hayattan olaylarla harmanlıyorsunuz. Bu yoğun birikimi sayfalara yerleştirirken zorlandığınız oluyor mu? Yoksa bu doğaçlama gelişen bir şey mi?

 

Aslında çok düzenli bir yazım sürecim olduğu söylenemez. Kitapta yer alan içerikleri birinci sayfadan başlayıp son sayfaya doğru hiyerarşik olarak yazmıyorum. Yazdıklarımı kısa, bazen de orta uzunlukta notlar olarak bir yerlerde tutuyorum. Bu dosyanın adı "Kimsesiz İmgeler"dir. Daha sonra kimsesiz kalmış bu imgeleri bir roman kurgusu içerisinde gerekli yer ve zamanlarda kullanıyorum.

 

Ben ilk olarak Aşk ve Acı romanınızı okumuştum. Ve etkisinden bayağı uzun bir süre çıkamadım…


Çok deneysel bir metin Aşk ve Acı, tam olarak roman denemez, yani roman kuramına uzak.

 

Gerçek gibiydi...


Bir yazarın başarısı gerçeği modellemektedir.

 

Yazılarınızdaki derinlik ve yer yer kendini gösteren yoğun karamsarlık gerçek kişiliğinizi ne kadar yansıtıyor?

 

İnsan “olmak istediğini”  yazar ya da bazen olmak istemediği halde sahip olduğu taraflarını toparlar ve bir "kötü karakter" olarak ortaya koyar. Hiç elma görmemiş bir ressamın sadece elma tarifine dayanarak çizdiği natürmortdan kime ne hayır gelir?!

 

Şizofreni Yalnız Oynanmaz'ın ardından Aşk ve Acı'yı bizimle paylaştınız; bu iki romanın da sizin için birer iç hesaplaşma olduğunu söyleyebilir miyiz?

 

Şöyle bir düşünelim... En son ne zaman oturup birine mektup yazdınız?! Peki, her şeyi uzun uzadıya anlatan bir mail? Çok uzun zaman olmuş olmalı. Peki, ne zaman SMS attınız? Az önce?

 

Öyle bir çağdayız ki derdimiz 100.000 parçalık bir puzzle ve bizler bunu tek tek parçalar halinde dağıtıyoruz.

Yazma serüveni benim için kendime ait o puzzle parçalarını birleştirip tam bir eser haline getirmek olarak özetlenebilir.

Kendi iç hesaplaşması olmayan insan SMS atar, hadi en ilerisi mektup yazar, oturup 600 sayfa yazmak akıllı insan işi değildir.

 

 

"Şizofreni Yalnız Oynanmaz" adını nasıl aldı?

 

Kitabı yazmaya başlarken bir isim üzerinde karar vermemiştim. Öykü akıp gidiyordu ve ben öyküyü şekillendirirken elbette şizofreni vurgusunun çok önemli olduğunu düşünüyor ve bunu kitap adında da öne çıkartmak gerektiğine inanıyordum ancak kitap adı konusunda aşırı derecede kararsızdım. Kitabın yazımı tamamlandığında hala bir adı yoktu. Tüm metni baştan aşağı okuduktan sonra aşağıdaki paragrafın tüm romanı kısaca ifade edebileceğini fark ettim.

 

"Sen; bir hayal, bir yalan denemesi! Hani evcilik oynamak için arkadaş bulamayan küçük kızlar, tek başlarına oynamak zorunda kalırlar ya evlerinin bir kenarında, ama o küçük kız öylesine inanır da evcilik oynadığına, oyuncak bardaklardan bile ikişer tane koyar ya sofraya, aynen öyle bir oyun oynamaktayım işte ben de. Bilirim elbette, bilirim aslında senin hiç olmadığını ve asla da olamayacağını ama şizofreni de tıpkı evcilik gibi yalnız oynanmaz!"

 

Deniz, kitabınızı ithaf ettiğiniz bir kahraman. Deniz’den biraz bahseder misiniz?

 

Evet, gerçek bir insan o, ama adı Deniz değil. Başka bir dilde adının karşılığı o olsa da.

Deniz'e düşenin kurtuluşu yok.

 

'Aşk' ve 'acı'nın içinizde bu denli ayrılmaz ve yan yana oluşunda ve bu kadar bütünleşmesinde İstanbul nasıl bir rol oynar?

 

İstanbul üstüne düşeni yapmaktan başka bir suç işlemiş değil. Bir satranç oyununda yenildiniz diye satrancın oynandığı masayı ya da satranç taşlarını suçlamak çok akılcı değildir. Satrancı başkasıyla oynadınız ve kaybettiniz.

 

İstanbul'un sizin için ne ifade ediyor aşk ve acıdan başka?

 

İstanbul hem tarihi ile hem de mevcut durumu ile ülkenin hala en önemli coğrafyası. Ömrümün büyük bölümünü geçirdiğim bu şehir bırakmak istenmesine rağmen bir türlü bırakılamayan bir sevgiliden farksız.

 

Sizce artık aşkı bu kadar basit kılan nedir, ne yapmalı onun bu denli ucuzlaştığı günümüzde?

 

Dünya üzerinde seks yapmak için aşkın şart olduğunu öne süren tek varlık insandır. Hâlbuki böyle bir şart bulunmamak ile birlikte AŞK sekse giden yoldaki paravan halinde kullanılıyor. Bu, insanın zaafları ile ilgili psikolojik bir konu aslında ve ne yazık ki en çok suistimal edilen konuların başında geliyor.

 

Aşk bambaşka bir durumdur. Hastalıklıdır aslında, düzgün bir ilişkiyi aşıkken sürdümek de mümkün değildir.

Burada çok önemli bir kavram kargaşası var. Aşk ile seksin, sevgi ile menfaatin sözlükteki anlamları ile gerçek hayattaki anlamları birbirine karışmış durumdadır.

 

Peki devamlılığı olan ilişkilerde aşk yok mudur yani? Ya da bir süre sonra aşk bitmiyor olsa, uzun ilişkiler bu denli uzun olmaz mıydı? Yani, aşkın acıyı getirmesi kaçınılmaz mı sizce?

 

Aşk kelimesinden ne anladığınıza bağlıdır. Benim bakış açıma göre aşk karşılıklı ilişkinin apaçık kaprislerini sorunlarını taşıyamayacak kadar narindir. Neden 10 aylık bir çocuğun konuşamaması fakat aynı çocuğun 6 ay sonra cümle kuruyor hale gelmesi sizi şaşırtmıyor da başlangıçta aşk olan duygu karşılıklı ilişki içinde bambaşka bir şeye dönüştüğünde şaşırıyorsunuz ki?! Hayat devingendir, durmaz! Aşk da bir bebek gibi narin ve korunmaya muhtaçtır ama ilişki onu büyütür.

 

Yeni bir kitap yazma düşünceniz var mı?


Var evet, yazıyorum.

 

Bizimle buluşması yakın mı?


Hiç belli olmaz. Aşk ve Acı’nın ilk bölümü “Anahita Tapınağı”nı yazmak tam 3 yıl sürdü; Şehrin Âşık Çocukları  bölümü ise 1 ayda yazdım.

 

İnsan neden yazar ?

 

Kurt olmanın bedeli dağda yalnız kalmaktır. Sürünün içinde kalacaksan, koyun olmak sana yeter.

 

Rol içinde rol. Başkayız her yerde.

Copyright © 2015-2017 Her hakkı saklıdır.

bottom of page