parıltılı iz bırakanlar
İstanbul'un Hâlleri

İmparator I. Konstantin’in adını verdiği bu şehri yaşamanın derin hazzını İstanbullular en son, 8 milyonun üzerinde ziyaretçiyle paylaşmışlar. Dolmabahçe Sarayı’na; Bizans döneminde kolonileşmenin başladığı Haliç Koyu’na; Sultan Abdülaziz’in Sarkis Balyan’a yaptırdığı Beylerbeyi Sarayı’na; Haliç, Boğaziçi ve Marmara Denizi’ni selamlayan Topkapı Sarayı’na; günümüzde birçok sosyal etkinliğe ev sahipliği yapan gösterişli Çırağan Sarayı’na; 528 yılından bu yana içinde barındırdığı Galata Kulesi’ne; meydanlarına, parklarına, köprülerine, alışveriş merkezlerine ve denizi koklayan restoranlarına hayran bırakır konuklarını İstanbul.
Varlığı şarkı olur, roman olur, film olur. “Anlat İstanbul”u ile paylaşır Ümit Ünal kendi İstanbul’unu meselâ. Sonbaharınıysa Teoman anlatır.
“İstanbul İstanbul” diyerek aşkı arar deniz kokan şehirde, o tatlı Fransız aksanıyla Dario Moreno. “İstanbul” der, “Konstantinopol’dur, gittiğim bir gün bulayım diye o büyük aşkı, hani o hep beklenen var ya…”
Marc Aryan, hüzünlü bir ezgi eşliğinde anlattığı “İstanbul”uyla anılar dolusu güzelliği haykırır Fransızca dizelerde. Çargrad derler bazı yerlerde nâm-ı diğer Dersaadet’e. Hani Attilâ İlhan’ın satırlarında tanıştığımız Neveser’iyle, Abdi Bey’iyle, Roza Mirzani’siyle. Ve Miklagard Overture isimli şarkılarında ‘Altın Boynuz’ diye hitap eder Finlandiyalı metal grubu Turisas Haliç’e.
‘Ah İstanbul, İstanbul olalı görmedi böyle keder’ dizeleriyle ağlatır birçoğunu Sezen Aksu. Zeki Müren tüm içtenliğiyle söylerken şarkılarında; kapatır gözlerini bir garip Orhan Veli, dinler İstanbul’u. Hafiften bir rüzgâr eser, savurur saçlarını Adalar vapurundaki hanım efendilerin. Fazıl Say’ın “İstanbul Senfonisi”ne konuk olur Adalar vapurundaki o ‘Hoş Giyimli Genç Kızlar’. Ruhu gençtir İstanbul’un. Yoksa nasıl ayak uydursun o hızlı tempoya? Herkes koşar İstanbul’da, bir yerlere yetişir insanlar, adımları telaşlı.

Ara Güler
Kahvaltı niyetine alınan simitler martılarla paylaşılır mesai öncesi sabahları, simitinizden kalan birkaç parçayı ağzınıza atar, yine de aç kalmazsınız; huzurla doyar karnınız. Kız Kulesi’ne bakarken kiminiz bilir hikâyesini, dalgın ve düşünceli izlersiniz Leandros’luluğunu; kiminizse hayal edersiniz onun nelere tanık olduğunu.
Tarih kokan zarafetine hayran kalırsınız. Denizine âşık etmiştir kimini, kimini hapsetmiştir güzelliğine veya uzaklardan çekip almıştır sınırları içine. Kimini ellerinden kaçırmış, kiminiyse kendi yolunda bir hayale sürüklemiştir.

Ara Güler
Boğaz’ı, 30 km boyunca uzanır. Manzaranın tadını çıkaran yalılarla bezenmiştir çevresi. Boğaziçi derler bu bölgeye. Karadeniz ile Marmara’yı birleştirirken, Asya ve Avrupa’yı ayıran bu su yolunun Yunan Mitolojisi’nde yer alan ilginç öyküsünü sizinle paylaşmak istiyorum:
Öküz Geçidi
Zamanında Bizanslılar Boğaz’a; öküz ya da inek anlamındaki ‘bos’ ile geçit demek olan ‘phorus’ sözcüklerinin birleşmesiyle ortaya çıkmış, “Öküz Geçidi” anlamına gelen “Bosphorus” adını vermişler. Bu isim Yunan mitolojisine dayanırmış. Şöyle ki;
Baş tanrı Zeus bir gün nehirler tanrısı İhanos’un kızı İo’ya âşık olmuş ve eşi Hera’dan gizli onunla birlikte olmaya başlamış. Rivayete göre Hera’nın ilişkilerini öğrenip İo’ya kötülük yapmasından çekinen Zeus, İo’yu bir ineğe çevirmiş. Bunu fark eden Hera ineği, 100 gözü olan Argos’a çobanlık yapsın diye emanet etmiş. Argos’un gözlerinin yarısı uyurken bile açık kalırmış.
Zeus İo’yu kurtarmak için Hermes’i görevlendirmiş. İo’yu kurtarana kadar Argos’u etkisiz hâle getirmesini emretmiş. Fakat Hermes, Argos’u uyku tanrısı Hypnose’dan aldığı güçle şarkı ve masallarla uyutarak baltayla öldürmüş. Buna çok sinirlenen Hera, Argos’un gözlerini tavus kuşunun kuyruğuna koymuş. İo’nun başınaysa bir at sineği musallat etmiş. Sinek İo’yu delirterek öldürmekle yükümlüymüş. İo, kendisini sürekli ısıran at sineğinden kurtulmak için koşmuş da koşmuş. Günlerce yürümüş. Bu arada da Zeus’tan hamileymiş. İo İstanbul’dan geçerken Boğaz’ın sularına kendini bırakmış ve yüzmeye başlamış. Sinekten böylece kurtulmuş. Kıyıya çıktığında Keroessa adında bir kız dünyaya getirmiş ve bu kız büyüyüp denizler tanrısı Poseidon ile evlenerek Byzas adında bir oğlan doğurmuş. Bu çocuk, doğduğu yerde, kendi adını verdiği Byzantion kentini kurmuş.
İşte Bizanslılar, Roma İmparatorluğu döneminde başkent kabul ettikleri Konstantinopolis’in meşhur boğazına böyle bir hikâye sonucu adını vermişler. Demem o ki İstanbul, kültürler buluşmasıdır. İstanbul, hayalden farksız gerçekliktir. İyidir, kötüdür, şımarıktır, doğaldır, huysuzdur, sevecendir. İstanbul çok fazla şeydir.
Aslına bakarsanız İstanbul, ne kadar anlatsanız da bitmeyendir…