top of page

Tarsus’tan İstanbul’a, eski yazıdan yeni yazıya…

Güzel yazı ustası Etem Çalışkan 1928 yılında, Tarsus’un Göçük Köyü’nde dünyaya geldi. Köyün taşlı yollarından İstanbul’a uzanan ömrünü, kaligrafi sanatına adadı. Uzaktan da olsa Atatürk’ü gördüğünde ilkokuldaydı. Prof. Emin Barın’la birlikte Anıtkabir yazılarını yazdığındaysa, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde henüz öğrenciydi. Akademide kimler yoktu ki; Zeki Müren, Ayhan Işık, Erol Keskin, Çolpan İlhan, Peksan Koşar…

Böyle bir ortamda besledi sanatını.

 

 

06.11.2014

Etem Çalışkan, gazeteci ressam ve hat sanatçısı. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve İstiklal Marşı’nın her bir harfi onun kaleminden çıkıp geldi sınıflarımıza, ofislerimize.

10 Kasım dolayısıyla 1969 yılında Milliyet gazetesi için yaptığı

Atatürk portresi ve imzasıyla hafızalara kazındı. Kuran’ın Türkçe mealini yazıya döktü.

Pek çok ilde resim ve kaligrafi sergileri açtı.

Sanatçı, Eskişehir’e de sık sık gelerek

Anadolu Üniversitesi öğrencileriyle bilgi ve birikimini paylaştı.

Güzel yazıya olan yatkınlığınız nasıl ortaya çıktı?

 

Ben ilkokula başladığım günden beri güzel yazı yazıyorum. Ayrı bir gayretle değil, içimden gelerek. İçimden geldiği için bir yaşam biçimi olarak benimsedim. Bu, yaradılıştan olan bir yetenek. Yeteneğimi kullanmaya gayret ediyorum; çünkü benim dünyaya gelişimdeki maksat, bu yeteneği kullanmak. Eğer kullanmıyorsam yeteneğimi, insanlık görevimi yerine getirmiyorum demektir.

Sanatçının güzel ahlâk ile topluma katkı sağladığı görüşünde Etem Çalışkan. Kalemine can verdiği atölyesinde, hevesle kaligrafinin inceliklerini aktarıyor öğrencilerine. Yan yana sıralanmış pek çok küçük sınıftan ahşap ve tarih kokusu yayılıyor İstanbul’a. Unutulmaya yüz tutmuş sanatlar, burada hayata döndürülüyor. Sanatçılar, bu dünyayı dokunuşlarıyla güzelleştiriyor.

 

Yazıyı bırakmak benim son nefesim olur

1950’lerden bu yana güzel yazı sanatına emek veriyorsunuz. Hiç sıkılıp bu işi bırakmak istediniz mi?

Yazı yazmayı bırakmak benim son nefesim olur. Benim için yazı bir yaşamdır, yazısız hayat olmaz. Yazı sanattır, sanatsız da yaşam olmaz öyleyse. Eğer kendiliğinden durmuş ise saat, o ayrı. Ama onun dışında durmak yoktur benim için.

 

Sanatın özü doğadır

Sanat sizin için ne ifade eder?

Sanatın özü doğadır. Kaynağı da doğadır sanatın; çünkü bütün güzellikler görebilene var. Yazı olarak var, resim olarak var, renk olarak var, yüzey olarak var, ses olarak var. Doğaya kulak verip dinlersen, rüzgârların yakınındaki ağaç yapraklarının sallantısından çıkan sesler musikidir; ama duyabiliyorsan fark edersin. Ben bulutlara, gökyüzüne bakarım hiçbir şey bulamazsam. Değişen bulutlar ve renkler, akşam rengi, gece rengi, şafak rengi, gündüz rengi; bütün bunlar sanatçının etkilendiği doğal varlıklardır. Ve sanatçıdan da güzel ahlâk çıkar. Toplumun bütün bireylerine yön veren, hoş geçinen, hoşgörü içinde olan kişilerdir sanatçılar.

Etem Çalışkan, üniversite yıllarını bu dokunuşu güzel insanlarla geçirdi.

Ustanın akademi arkadaşlarından en gönle dokunanıysa, Sanat Güneşi’miz Zeki Müren’di…

Akademi ve askerlik arkadaşınız olan Zeki Müren’in sanatınıza ne gibi etkileri oldu?

 

Zeki Müren, çok üstün bir ses sanatçısıydı, yaradılıştan gelen bir sesi, yeteneği vardı. Bir de iyi gözlemciydi. Zeki Müren, beni görerek tanımadı; benim yaptığım çizgileri görerek merak etti de sordu, böyle tanıştık.

Zeki Müren, kumaş desenleri atölyesindeydi. Orada resim çalışırdı; kumaş deseni demek, resim demek. Modayla meşguldü. Atölyelerde dolaşır, insanlarla sohbet ederdi. Herkes onunla sohbet etmeyi severdi. O zamanlar televizyonlar yoktu; radyo ve plaklar vardı. Herkes onu dinlerdi. Ve musikide yenileşme yaptı Zeki Müren, bir aydınlık getirdi. Şiirlerini, sözlerini de kendisi yazardı.

 

Benim dostluğum yalnız Zeki Müren’le değil, onun da dostluğu yalnız benimle değil tabii. Mesela o dönemin akademi öğrencisi olan sinema, tiyatro ve ses sanatçıları vardı. Ayhan Işık, hem sinemada, akademide öğrenci hem de Bâb- ı Âli’de ressamdı. Resimli roman çiziyordu. Ben de Bâb- ı Âli’deydim o zaman. Çolpan İlhan, Erol Keskin ve Peksan Koşar da akademideydi. Günseli Başar akademide o yıl (1952), Avrupa güzeli oldu.

 

 

Cumhuriyet’in ilk yıllarında dünyaya geldi Etem Çalışkan. İçindeki vatan sevgisi ve inanç ruhuna yansıdı; ruhundan kalemine, kalemindense mürekkebine akıp hiç sonu olmayan çizgilere büründü. İşte böyle bir dönemin çocuğu olarak çizdi Atatürk’ü. 10 Kasım 1969’dan bu yana o portre ve imzasıyla yerleşti Mustafa Kemal ofislerimize, sınıflarımıza, evlerimize.

 

 

Atatürk imzasının öyküsünü anlatır mısınız bize?

 

Atatürk’ün çok güzel, karakteristik bir imzası vardır. Ve Gazi Mustafa Kemal’ken de Atatürk’ken de imzaları birbirine benzer karakterde çizgilere sahiptir, kendi el yazısı karakterindedir. 1969 yılında ben Milliyet gazetesinin ressamıydım. 10 Kasım için tam sayfa portresini çizdim ve portrede hissettiğim bir kompozisyon eksikliği vardı. Oraya imzasını koymayı şöyle bir düşündüm, kompozisyon tamamlanıyordu.

İşte o imza, onu o kompozisyona yerleştirirken aldığı şekille ortaya çıktı. Esasında imzanın çizgisi, Atatürk’ün kendi el yazısının çizgisidir. Ama ben kompozisyonla birleştirirken daha kaligrafik, daha kalıcı, biraz daha ayıklanmış olarak çizdim. Böylece gazete basıldı. Yıllar yılı resim ayrı bir değer olarak kaldı ve imza resimden çıktı, o da ayrı bir değer oldu. Ama bu, böyle olsun diye çizilmiş bir şey değildi.

 

Anıtkabir kitabeleri

 

Hava sıcak mı sıcak.

Alınları emek teri ıslatıyor.

Ressamlar, heykeltıraşlar, mühendisler, yazarlar; herkes harıl harıl çalışıyor.

Yıl 1953. Etem Çalışkan, hocası Emin Barın ile 

Anıtkabir duvarlarında güzel yazısıyla iz bırakıyor.

 

 

Duvarlarını yazılarınızla süslediğiniz Anıtkabir’de kimlerle çalıştınız?

Anıtkabir kitabelerini yazdığımda, yazı hocam Emin Barın’ın öğrencisi ve gayri resmi asistanıydım. Akademideyken hoca benim yazımı çok beğenirdi. Diğer öğrencilerin yazılarının kontrolünü bana yaptırırdı. İşte bu, hocayla ilk yılımızdı. 1953 yılıydı ve o yaz birlikte Anıtkabir’in kitabelerini yazdık. Çok güzeldi; heykeltıraşlar bir tarafta, taş ustaları bir tarafta, mozaikçiler bir tarafta. Çalışanların hepsi Güzel Sanatlar Akademisi’nden hocalarımızdı.

Anadolu’nun taşı, çekiçleri, ustalar vurdukça çıkan sesler ve o taşlardan çıkan parçalar her yeri kaplamıştı. Mevsim yaz, alın terleri akıyordu. İşte Anıtkabir’in yapımı böyle bir heyecan içinde gerçekleşti.

 

Anıtkabir yazıları için ne kadar süre çalıştınız?

Çalışmalar o sene bütün yaz sürdü. Tezhip sanatçısı Rikkat Kunt (1903-1986) ile “Şeref Defteri” çalışmasına da katıldım, onun süslemesinde çalıştım.

 

İnsanlığın miladı: yazı

 

Etem Çalışkan’ın hangi eserine baksak gözümüze bir şey çarpıyor. Acaba yanlış mı yazdı, diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Eserlerinin kenarına düşülmüş tarih 1 ya da 2 ile değil, 6 ile başlıyor. Usta sanatçı bunu, yazının 6000 yıllık geçmişini anlatarak açıklıyor.

 

Siz 86 yaşındasınız, eserleriniz 6014 yaşında. Nedir bu tarihin sırrı?

 

Çalışmalar bitmez. Musikide son ses, heykelde son çekiç, resimde son fırça yoktur; kaligrafide de son çizgi yoktur. Bir eserin tamamı, çizilmemiş çizgilerdedir. Onun için sanatçı hep yarına gider. İşte benim çalışmalarım da böyle. Bu yılki çalışmalarıma 6014 tarihini koyuyorum ve onu masadan kaldırıyorum. Geçen sene 6013’tü. Yazının yaklaşık 6000 yıllık bir tarihi vardır. Çünkü insanlık tarihi, yazının icadıyla başlamıştır.

 

Bundan sonraki milatlar olaylara göredir. Örneğin Haçlı Savaşları’nın bir miladı vardır, Hz. Muhammed’in doğuşu bir milattır, Hz. İsa’nın doğuşu da bir milattır. Devletler onu kabul etmişler, ben bunu reddetmiyorum. Ama bütün insanlar için asıl olan milat, yazının icadıdır.

 

Hat sanatçısına yazı yazma şevkini veren inançtır

 

Hüsn-i Hat ve kaligrafi sanatı arasında ne fark vardır?

 

Arap harfleriyle yazılan ‘eski yazı’, Latin harfleriyle yazılan da ‘yeni yazı’ diye geçer. Eski yazı için ‘İslam yazısı’ denir. Bu yüzden ona daha kutsal gözle bakılır. Onun dışındaki yazılarla dinî yazılar yazılamazmış gibi düşünülür. Yeni yazı daha serbest konulara girer, açıktır. Yeni yazıyla şiirler de yazılır eski yazıyla yazılan yazılar da yazılır.

Bizim için Arap harfleriyle yazılan güzel yazı, hat sanatıdır. Hüsn-i hat, ‘güzel yazı’ demektir. Kaligrafi de güzel yazıdır. Yani ikisi aynı şeydir. ‘Ben hattatım’ derim; ‘sen hattat değilsin, kaligrafsın’ derler. ‘Teşekkür ederim’ derim ve onlara tercüme ederim: ‘Kaligrafinin Arapçası hüsn-i hattır.’

 

Öyleyse İslam kaligrafisiyle modern kaligrafi ne yönden farklılık gösterir?

 

Hat sanatçısına yazı yazma şevkini veren inançtır. İnanç, duyguları güzel yazıyla yazmaya yönlendirir. Bir duanın, bir ayetin, bir Allah kelimesinin, bir Muhammed kelimesinin daha güzel, daha saygınlık içinde yazılmasından doğmuştur hat. Ama kutsal olan sadece bu yazılar değildir, onların dışındaki bütün yazılar da kutsaldır. Çünkü onlar da insanlara faydalıdır. Hat sanatı yokken İslamiyet vardı, yazı da vardı. Ama yazı İslam yazısı diye anılmazdı.

İslam kaligrafisine, yani hüsn-i hatta, yazı yazıldığı için kaligrafi deniyor. Güzel yazı yazılmamış olsaydı İslam kaligrafisi denmeyecekti. Güzel yazı; İslamiyet’ten değil, İslamiyet’e inanan yazı sanatçısından, inançtan doğmuştur. Onun için de eski yazıda daha çok dinî konular işlenir.

 

Geçmişten günümüze kaligrafi sanatı nasıl değişim gösterdi?

 

1930’lu yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı, Almanya’ya 3 kişi gönderdi. Bunlardan biri Emin Barın, diğerleri Sait Yada ve Ferit Apa’ydı. Emin Barın ve Sait Yada Almanya’dan yazı hocası olarak döndüler, Ferit Apa da matbaacılık üzerine çalışmaya başladı, Ankara’da Doğuş Matbaası’nı kurdu.

Emin Hoca aynı zamanda kitap cildi hocasıydı. Yani büyük bir cilt sanatçısıydı, öğrenciyken Almanya’da ödülleri olmuştu.  Bu 3 kişi Türkiye’nin ‘ilk’leridir. Yeni yazıda, sanat anlamında ilk adımlar bu hocalar sayesinde atıldı. Gazi Eğitim’den mezun olanların hepsi güzel yazı dersiyle mezun oldular ve gittikleri okullarda da güzel yazı dersleri verdiler.

 

Kaligrafiye ülkemizde yeterince değer veriliyor mu?

 

Anadolu’da kaligrafi yaygın hâle geldi. Ankara’da iyi kaligrafi sanatçıları var ve orada kurslar veriyorlar. Eskişehir, Adana ve Tarsus’ta da ilgi var. Güzel yazıya yeniden bir yönelme oldu ve artık insanlar davetiye yazmak gibi işlerde de güzel yazıyı kullanıyorlar. Onun için de güzel yazı sanatçıları yetişiyor.

Ekonomiye de katkısı oldu. Sultan Ahmet Meydanı’nda tabaklara yazı yazanlar var; isim yazıyorlar, anı yazıyorlar. Bütün bunlar da kaligrafi,  ama biraz ekonomik kaligrafi. Yine de sanat izleri, olmazsa olmazdır. Para kazansınlar, o da güzel bir şey. Demek ki istek var, değeri var. Ama benimki başka, istek var diye güzel yazı yazmıyorum; benim yaradılışım bu.

 

Bir ‘a’ harfine uğraşır da dururum. Yazarım, renklendiririm,  baş aşağı koyarım, yan koyarım. Âdem derim, Âdem’in yanına bir de Havva ister derim, onları koyarım, yanlarına bir de çocuklarını koyarım; cennet derim, cehennem derim, inanç dünyasına girerim; Karacaoğlan derim, onun şiirlerine girerim, köyüne giderim; Han duvarları derim, oraları dolaşırım; Niğde’yi, Aksaray’ı dolaşırım. Yani, yazı beni gezdirir.

 

Peki, herkes güzel yazı yazabilir mi?

 

Herkes yazabilir. Ama insanlar yetenekleri varsa gelip kursa kayıt yapıyor. İlgi duymayan zaten ilerleyen zamanlarda bırakıyor. Bakıyorsun içlerinden çok iyi bir yazı ustası çıkıveriyor veya birileri güzel yazıyla yazı yazmaya başlayarak kendisine daha güzel bir dünya kuruyor. Bir şey arıyor yani insanlar ve aradığını buluyor. Herkesin yazıda ayrı bir arayışı var.

 

Anadolu Üniversitesi Kurumsal Dergisi, sayı: 2

Anadolu Üniversitesi

Anadolu Üniversitesi

Etem Çalışkan Üsküdar Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde, haftanın belirli günleri kaligrafi dersi veriyor. 5 sene önce öğrenci sayısı 15 iken, günümüzde eski el sanatlarına ilginin artmasıyla sayı 200’ü buluyor. Ustanın 10 senelik öğrencisi Erkam Malbeleği hem İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi hem de yeni başlayanlara güzel yazı eğitimi veriyor. Arş. Gör. Erkam Malbeleği kaligrafi serüvenini şu cümlelerle anlatıyor:

 

“Önce sağdan soldan bulduğum örneklerle çalıştım, sonra Etem Hoca’yla çalışma fırsatı buldum. 2005 yılından bu yana Etem Hoca’yla çalışıyorum. Bu iş düzenli olarak çalışmayı gerektiriyor, elinizin belli bir sıcaklıkta olması lazım. Düzenli çalışmadan belli şeyleri öğrenebilirsiniz, ama bunu belli bir kaliteye ulaştırmak istiyorsanız rutin olarak çalışmanız gerekir. Haftanın en az birkaç günü elinizin kaleme değmesi, masanızın hemen yazı yazacak kıvamda hazır bulunması lazım. Benim bu süreçte boş geçirdiğim zamanlar da oldu, ama şimdi hocayla her hafta görüşme imkânımız olduğu için, daha iyi bir seviyedeyim. İSMEK’te(İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları) geçen sene Etem Hoca’nın asistanı olarak ders vermeye başladım yeni başlayan arkadaşlara.”

 

Arş. Gör. Malbeleği’nin, yeni başlamak isteyenlereyse birkaç tavsiyesi var:

 

“Ülkemizde kaligrafi ile alakalı yanlış bir estetik algı var. Bu estetik algının ürünü olarak da piyasada çok uzun zamandır yazan fakat doğru kaligrafiyi yapmayanlar var. Bu da doğru kaligrafiyle alakalı. Biz batı kaligrafisi, Latin kaligrafisi yapıyoruz. Bunu tarihsel süreç içerisinde yapan batıdaki toplumların örneklerini referans almamız lazım. Dolayısıyla bununla alakalı bir sıkıntı var. Doğru örneklerden bakılarak yazılması lazım. En başta kötü örneklerden gidildiğinde daha sonra bunu düzeltmesi zor oluyor.

Eğer böyle bir başlama niyeti varsa, en azından yazacağınız örnekler bakımından doğru örneğin hangisi olduğuyla alakalı bir bilene danışılması gerek. Yazı öğrenme süreci biraz yavaş işleyen bir süreç. Çok hızlı ilerleme gibi bir beklentinin olmaması lazım. Bu noktada biraz sabır gösterilmesi gerek. Başlayacak kişinin bunun kısa sürede olmayacağını bilmesi lazım. Öğrenmek, bir ömür boyu devam ediyor. Diğer yandan da, doğru kaynaktan beslenerek yürütmesi lazım.”

Rol içinde rol. Başkayız her yerde.

Copyright © 2015-2017 Her hakkı saklıdır.

bottom of page